Kalitsal Hastaliklar
Kalıtım ve Kalıtsal Hastalıklar
(Performans - Proje Ödevleri)
KALITIM
Canlılar arasındaki benzerlik ve farklılıkların, ortaya çıkmasını sağlayan, bunların anne babadan çocuğa nasıl geçtiğini, kalıtsal hastalıkları ve tedavileri inceleyen bilim dalıdır.Aynı tür canlılar kendi aralarında görünüş olarak farklılık gösterirler(saç rengi, göz rengi vb. ).Kalıtımın diğer bir adı da soyaçekimdir. Bütün canlılarda görülür.
KALITSAL HASTALIKLAR
Genlerle yavrulara geçen özelliklere kalıtsal özellikler denir (kan grubu, göz rengi, çok parmaklılık, renk körlüğü vb.).Bazı hastalıklar havada, suda yiyecek ve içeceklerde bulunan mikroplardan ileri gelir.Bazılarının nedeni doku ve organların zamanla yıpranmasıdır. Kalıtsal hastalıklar yada bozukluklar ise kusurlu genlerin kuşaktan kuşağa aktarılmasından kaynaklanır.Bir canlının büyümesi, gelişmesi ve yaşamını sürdürmesi için gerekli bilgileri taşıyan kalıtım birimlerine gen denir. Genler DNA’dan(deoksiribonükleik asitten)yapılmıştır.Yeni doğan bir bebek genlerini kalıtım yoluyla anne-babasından alır. Eğer bütün genleri normal ise, yani sağlıklı bir insan da bulunması gereken özellikleri taşıyor ve hepsi üstüne düşen görevi eksiksiz yerine getirebiliyorsa bebek sağlıklı doğacaktır.Ama bazı bebeklerde, anne ya da babadan gelen kromozomların biri ya da bir kaçı kusurlu olabilir. Bu durumda vücuttaki bazı etkinlikler bu bozuk genlerin aktardığı yanlış bilgiye göre yönlendirileceğinden bebekte kalıtsal bir bozukluk ya da hastalık ortaya çıkar.Birçok ülkede yaklaşık her 30 bebekten birinde kalıtsal bir hastalık ya da bozukluk söz konusudur. Kalıtsal hastalıkların bir çoğu ameliyatla, ilaçlarla ve çeşitli uygulamalarla denetim altına alınarak hasta çocukların yaşamlarını normal olarak sürdürmeleri sağlanabilir.
KALITSAL HASTALIKLARIN TANISI
Bir insanın en doğal haklarından birisi sağlıklı olarak dünyaya gelebilmektir.Günümüzde uygulanan birçok doğum öncesi tanı yöntemiyle bu hedefe oldukça yaklaşılmıştır. Gene de istenen sonuçların elde edilmesi için aile bilinçli davranmalı,hekim de bu yöntemleri usulüne uygun biçimde kullanmalıdır. Böylece doğum öncesinde bazı riskler önlenebilecek ve var olan sorunlar uygun yöntemlerle çözülebilecektir.Kalıtsal (genetik) hastalıklara yaklaşımda temel ilke bunların ortaya çıkmasını engellemektir. Bu ilke tedavi edilmeyen hastalıklar kadar tedavi edilebilen hastalıklar için de geçerlidir.Kalıtsal hastalıkların bir bölümü düzeltilebilen bozukluklardır. Örneğin tavşan dudakça da birçok doğumsal kalp hastalığı doğumsal yöntemlerle tedavi edilebilir. Bazı kalıtsal hastalıklar da ise eksik olan madde dışarıdan verilerek tedavi sağlanır.Bunun örnekleri hipotiroidizmde tiroide hormonu kullanılması ve hemofili hastalıklarına faktör VIII verilmesidir. bazı metabolizma ürünlerinin vücutta birikmesine bağlı hastalıklarda ise bu birikimi önleyen ilaçlar kullanılır.Bazı hastalıklar da sağlıklı bir insandan alınan genlerin hastanın gen yapısına eklenmesiyle tedavi edilebilir.
GENETİK DANIŞMANLIK
Genetik danışmanlık bireyin taşıdığı kalıtsal hastalığın çocuklarına geçmesi riski, bu hastalığın tedavisi, sonuçları ve önlenmesi konusunda onu bilgilendirmeyi sağlar.Genetik danışmanlık için başvuran bireyin ailesi uzak akrabalarına kadar incelenir ve bir soyağacı oluşturulur. Soyağacında yer alan kişilerin hangilerinde kalıtsal hastalık olduğu saptanır ve bireyin hastalığı çocuklarına aktarma riski hesaplanır. Genetik danışmanlık için başvuran anne baba adayının arasında kan akrabalığı varsa, bu bağın kalıtsal hastalık riskini arttıracağı anlatılır.Anne babanın doğduğu ya da yaşadığı yer birbirine ne kadar yakınsa, aralarında kan bağı olmasa bile, kalıtsal hastalıklı çocuk sahibi olma risklerinin ötekilere göre daha yüksek olduğu ileri sürülmektedir.Anne ve baba adayının genetik danışmanlığa başvurmasını gerektiren durumlar;Anne veya babada ya da her ikisinde kalıtsal hastalık varsa,Adaylardan birinin ya da ikisinin yaşlarının ileri olması,Anne ve babanın kalıtsal hastalıkların sık görüldüğü bir yerden gelmeleri,Anne ve baba arasında kan bağı bulunması,Annenin art arda düşük yapmış olması,Annenin hamileliğin ilk haftalarında şiddetli bir enfeksiyon geçirmiş olması,Aile bireylerinden birisinde kalıtsal bir hastalık ve ya doğuştan sakatlık bulunması,Anne ya da babanın önceden kalıtsal hastalığı olan bir çocuğunun olması.
KALITSAL HASTALIK TAŞIYAN BİREYLERİN SAPTANMASI
Kalıtsal hastalık taşıyan bireylerin daha hastalık belirtileri ortaya çıkmadan saptanması gerekir.Kalıtsal bozuklukların bazıları bebeğin dünyaya gelişinden önce , bazıları doğumdan kısa bir süre sonra, bir bölümü de süt çocukluğu döneminde saptanır.Kalıtsal hastalık taşıyan bebeklerin belirlenmesi bir an önce tedaviye başlamasını sağlar. Böylece belirtilerin şiddetinin azalması sağlanır ya da ortaya çıkması engellenir. Bazen hastalık kesin biçimde tedavi edilir.Bu noktada akla bir soru gelmektedir. Genetik hastalıkların engellenmesi için bütün çiftler mi taranmalı, yoksa ön elemelere bağlı olarak bazı risk grupları mı incelenmelidir ? Bazı hastalıklar için kitlesel tarama testlerine gerek yoktur ; çünkü bunların taşıyıcısı olan bireylerin sayısı çok yüksek değildir. Örneğin ; deri, pul tüy ve kıllarda sarı ,kırmızı ya da siyah pigmentlerin eksikliği bu tür hastalıklardır. Ama kistik fibroz gibi tedavi yöntemleri kısıtlı bir hastalığın toplumda taranması , bu hastalığın sıklığının azalmasına önemli katkıda bulunacaktır.Bazı toplumlarda kalıtsal hastalıklar daha çok görülür. Örneğin Akdeniz denen hastalık özellikle Akdeniz havasında yaygındır. Orak hücreli kansızlık ise Orta Afrika’da ve Ege Denizi’ndeki bazı adalarda daha sık ortaya çıkar.Kalıtsal hastalıklar konusunda Toplumdaki eksik ve ya yanlış bilgiler Az sayıda aile bireyinde bir hastalığın kalıtsal olup olmadığı,Doğumsal bir hastalığın mutlaka kalıtsal olduğu, (Hamilelikte alınan ilaçlar da olabilir)Kalıtsal hastalıkların tedavi edilemediği,Gebelikte annenin geçirdiği bazı fiziksel ya da psikolojik rahatsızlılarının bebekte sakatlığa yol açacağı,Dörtte bir olasılıkla ortay çıkan kalıtsal bir hastalığın ilk bebekte ortaya çıkması durumunda , sonraki bu hastalığın kesinlikle görülmeyeceği,Kalıtsal hastalıkların kendini doğumda ya da ilk günlerde belli ettiği (bazı hastalıklar ileri yaşlarda da belirti verebilir) ,Ailede kalıtsal hastalık yalnızca kadınlarda ya da erkeklerde görülüyorsa , bunu cinse bağlı olarak çocuklara geçeceği.
Doğum öncesi tanı
Günümüzde birçok genetik ve doğumsal hastalık için ,bebeğin anne karnında olduğu dönemde tanı olanağı vardır.Doğum öncesi tanı yöntemlerinin birçok yararı vardır :
Erken dönemde hastalığın tanınmasını sağlar.
Risk grubunda bulunan anne ve baba adaylarını beklentilerine yanıt verir. Olası kalıtsal hastalığın bebekte görülmediği kesin olarak belirlenir. Ağır kalıtsal bozukluklar söz konusu olduğunda ailenin izniyle gebelik ilerlemeden sonlandırılabilir. Bazı kalıtsal hastalıkların sık görüldüğü bölgelerde doğum öncesi tanı yöntemlerinin yaygın olarak kullanılması, bu hastalıların görülme sıklığını belirgin biçimde azaltabilir.Doğum sonrası tedavi edilebilen hastalıkların önceden saptanması, tedavi ekibinin hazırlıklı olması , doğum zamanını belirlemesi ve tedaviyi uygun biçimde yönlendirilmesini sağlar.
BAŞLICA KALITSAL HASTALIKLAR1
-HEMOFİLİ
Bozuk genlerin bir araya gelmesiyle kanın pıhtılaşmaması şeklinde ortaya çıkan hastalıktır.Aile içi birleşmeler sonucu olduğu yanlış yere sanılmış olan bu hastalık ,özellikle kuşaklar boyu Avrupa krallık sülalerini kasıp kavurduğun , çok ünlüdür.Kurban,hemenher zaman bir erkektir ve hastalık bütün erkeklere “taşıyıcı” olarak adlandırılan annelerinden geçer.Günümüzde bu hastalığın görüldüğü birkaç kadın,hem hemofilili bir babaya,hem de taşıyıcı bir anneye sahip olma şansızlığına uğratmıştır.Hemofili çok ender görülen bir hastalık olduğundan,son olarak sözü edilen durum son derece ender bir durumdur.Pek çok ailenin durumu uzun yıllar boyunca açıklık kazanmaz.Ailelerin çoğu için ilk taşıyıcılar konusundaki klinik detaylar eksiktir ve unutulmuştur.Fakat kraliyet aileleri söz konusu olduğunda durum değişir.7 nisan 1853′te ,kloroform kullanılarak yapılan doğum da,kraliçe Viktorya’nın hemofili taşıdığını ortaya koyuyordu.Kanın mekanizmasındaki bozukluğa yol sakat geni,X kromozomunu taşır;bu,”cinsiyete bağlı karakteristik ” adıyla bilinen durumdur.Cinsiyet kromozomları insanın cinsiyetini tayin eder .Fakat aynı zamanda ,cinsiyetten bağımsız olan renk körlüğü araları bitişik parmaklar ,kas sakatlıkları ve hemofili gibi karakteristikleri içeren genlere de sahiptirler.Erkek çocuk X kromozomunu hiçbir zaman babasından almayıp her zaman annesinden alır.Kadınlar da ise hastalık görülmez ,çünkü sadecedir kusurlu ,öbürüyse normal olan iki X vardır ;normal olan.yeterli pıhtılaştırıcı unsuru sağlar .Kadın,kız ve oğullarının her birine X kromozomlarından birini verecektir Çocuklar kusurlu olanı alabilecekleri gibi kusursuz olanı da alabilirler .Kızların taşıyıcı oğullarının hemofilili olma şansının yarı yarıya oluşu buradan gelmektedir.Durumun ilk olarak ortaya çıkmasına Leopold yol açtı;çok ufak tefek yaralar büyük kanamalara yol açıyordu ve vaftizi uzun süre geciktirildi. Leopold’un bütün çocukluğu çeşitli hastalıklarla dolu geçmişti ve yirmi altı yaşındayken bile annesi Avusturya yolcuğuna izin vermedi.Bu yolculuk,kraliçenin yazmış olduğu gibi,hem prensin sağlığını hem de onu merak etmekten kendi sağlığını tehlikeye sokacaktı .Bununla beraber üç yıl sonra evlenmesine izin verdi.Küçük bir kazanın sebebiyet verdiği büyük bir kanamadan öldüğünde Leopold un bir kızı vardı ve karısı erkek doğacak bir çocuğa gebeydi.Leopold un hastalığı kızına geçirmesinden önce(erkek çocuknormaldi ,kraliçe Viktorya ailelerinin “bu müthiş hastalığın pençesinde” olduğunu yazmasına sebep olan başka belirtilere de şahit olmuştu.Leopoldan on yıl önce doğan Alice ,1862′de evlenmişti.İki kız taşıyıcı,Leopold’un ölümünden on bir yıl önce üç yaşındayken,pencereden düşmesini sebebiyet verdiği kanamadan ölen oğlu dahemofililiydi.Şimdilik hemofiliye bir çara bulunamamıştır fakat pıhtılaştırıcı madde kısa bir süre etkili olmak üzere zerk edilebilir.Bu süre ancak bir gündür. Geçmişte kanama korkusu hastalıklı bir kimseye hiçbir şey yaptırılmamasına yol açardı.Günümüzde,hemofilli çocuklarla uğraşmak üzere özel alçak boyda ve pamuk doldurulmuş eşyalı çıkıntısız döşemeli ve yumuşak oyuncaklı kreşler vardır.Fakat aşırı korunmanın da ziyanlı olduğu belirtilmektedir.Günümüze kadar bir tedavisi bulunamamıştır.Ve dünyanın,Kraliçe Viktorya’nın”bildiklerimin en kötüsü”olarak adlandırdığı bu hastalıktan kurtulması için epey zamana ihtiyacı vardır.
- ALBİNİZİM
“Gebe kaldı ve derisi kar gibi beyaz,gül gibi kırmızı saçları yün gibi beyaz ve uzun,güzel gözlü bir çocuk doğurdu”.sözü edilen çocuk,bir gemi yaparak Tufandan kurtulan Nuh’tur .Bu tasvir İsa’dan yüzyıl kadar önce yazılmış olan bir kutsal kitapta yer almaktadır(Enoch’un kitabı) .Belirtilen özellikler albino özellikleridir.Daha sonra ki dünya nüfusunu atası Nuh olduğuna göre albinoların sayısının çok daha fazla olması beklenirdi.Alginizim çekinik bir genin yol açması sebebiyle (doğal çekimin işe karışmadı düşünüldüğünde),dörtte birimizin albino olması gerekirdi.Oysaki albinizim çok daha az oranda ,fakat bütün ırklarda görülmektedir.Bir kusur olarak adlandırılabilir,çünkü pigment yokluğu gözlerin zayıf ve astigmat olmasına,güneşe tahammül edilmemesine yol açmaktadır.Ayrıca,her ne kadar Avrupalı albinolar sarışın ve açık tenli kişiler arasında fazla göze batmadan dolaşa biniyorsalar da durum zenciler,Japonlar ve kızıl dereliler için aynı değildir.Bildirilen oran, Avrupa için aşağı yukarı yirmi binde birdir.Ortalama olarak İngiltere’de2500 ABD ‘de 9000 albino vardır.Koyu renkli toplumlarda albinizim daha yaygındır.Nijerya da oran 3000′de birdir ve herhangi bir şehirde kolaylıkla seçilmektedir .Panamadaki bir kızıl dereli gurubunda (SanBlas)oran 132′de birdir.Çekinik albino geni Avrupalılarda 70′de bir oranında bulunmaktadır.Bir çocuğun albino olması için taşıyıcı(heterozigot)kimsenin bir başka taşıyıcıyla eşleşmesi gerekir. Hem ana hem de babanın albino olduğu durumlarda çocuklar kesin albino olur. Ana babanın birini albino olması sonucunda çocuk 70′te birimiz oranda taşıyıcı olur ve görünüşü normaldir.Ana babadan birini taşıyıcı olup olmadığı ancak albino bir çocuğun doğumuyla anlaşılabilir.Bir ailede daha önceden albino çocuk görülmüşse,bir başka çocuk görülme şansı 4′te bir oranındadır.Sonuç olarak da albinoların iki renkli olabileceğini ve melanin (saç ve deri dokucularındaki renk maddesi)eksikliğinin büyük bir olasılıkla tirozinaz enziminin yokluğundan ileri geldiği düşünülmektedir.Bu enzim,tiroksinin melaline dönüştüğü ilk evrede katalizör rolünü oynamaktadır.Gözün pembe oluşu pigment renginde değil pigment yokluğu nedeniyle kanın kırmızı renginin görülebilir olmasından ileri gelmektedir. Kuvvetli ışıktan albinoların gözleri çok zedelenir,bu nedenle koyu renk gözlük kullanırlar.Bedenleri Nuh peygamber gibi bembeyaz olanlar için bir çare bulunamamaktadır.
- HABSBURG DUDAĞI
Dünyada binlerce burun,alın,çene şekli bir baba oğlun, bir ana oğlun ,bir babakızınkinin çok benzer oluşu dikkate değer.Bu biçimlerin tarifi çok güç fakat müşahedesi kolaydır.Baskerville ailesini sorguya çekerken,Sherloch Holmesportresini gördüğü bir ata ile torunu arasındaki benzerliğe hayret etmişti.Sonrada,hayalinde sakallarını kazıyarak ,ailenin kendini gizli tutan bir ferdini ortaya çıkarmıştı.Bu tür baskın bir aile karakteristiği, portrelerini yaptırmak için yeterince zengin ve asırlar boyu hüküm sürecek kadar kudretli olan HABSBURG sülalesinde görülür.HABSBURG dudağı her halde tek bir gene bağlıdır.Öne doğru bir çıkıntı yapan çirkin altdudağa ,dar bir çene ve çoğu zaman hafif açık bir ağız eşlik eder.İyi bir şan solarak,hiçbir gravürcü ve ressam ,zamanımızda da bu ağız şeklini güzelleştirme gitmemiştir. Bu dudağa sahip tarihi kişiler arasında imparator I.Maximilian(XV.yüzyılda doğan ), imparator V.Charles (XVI.yüzyıl),arşidük Albrecht ve İspanyaKralı XII.Alfonso vardır.Bu ender değişken,bir ailede dönüp dolaştığına ve sadece kusura sahip kişiler tarafından geçirildiğine göre ,tek bir baskın genin esiri olsa gerektir. Kalıtımla geçme şansı 50:50 olan bu kusura sahip kişilerin, çocuklarına da geçirme şansı aynı orandadır.Pek çoğumuzda HABSBURG dudağına benzer bir şey yoktur,fakat dille ilgili garip bir yetenek vardır.Bazı kimseler dillerini iki yandan ve yukarı doğru U şeklinde kıvırabilirler,bazıları kıvıramaz.Fakat son derece belirgindir.Bu karakteristiğin genetiği üzerinde fazla çalışılmamıştır ve her ne kadar daha uzağa tükürebilmeyi sağlıyorsa da,dili bu şekilde hareket ettirmenin ne işe yaradığı bilinmemektedir.
- RENK KÖRLÜĞÜ
Genetik kalıtımla geçen bir başka anomalidir. Tam bir renk körlüğü enderdir. Sebep olan gen çekiniktir ve her iki cins de etkiler. Kısmi olan renk körlüğü otuz kişide birini etkiler. Cinsiyet genleriyle ilişkilidir ve kadından çok erkelerde yaygındır. Bütün istisnaları bir kenara iten temel kurallar vardır. Normal bir kadın renk körü bir erkekle evlendiğinde çocuklarının normal olması beklenir. Normal bir erkek renk körü bir kadınla evlendiğinde erkek çocuklar renk körü, kız çocuklar normal olacaktır. İlk durumun bir kuşak sonrası ele alındığında bu evliliğin normal kızları, babalarının renkkörlüğünün taşıyıcıları olacaktır. Dolayısıyla oğullarının yarısı renk körü, yarısı normalce kızlarının yarısı da kendileri gibi taşıyıcı olacaktır. Taşıyıcı kızlar renk körü erkeklerle evlendiğinde durum daha kötü olacaktır. Oğullarının yarısı renk körü ve kızlarının yarısı taşıyıcı olacak, buna karşı kızların geri kalan yüzde ellisi renk körü olacaktır. Nihayet renk körü bir kadın renk körü bir erkekle evlendiğinde bütün çocukları renk körü olacaktır.Hemofilde de olduğu gibi bütün bunlar X kromozomuna bağlıdır. Erkek çocuk tek Kromozomunu annesinden alır. Kızın iki X kromozomu vardır ve birinin anasından,öbürünü babasından alır. Babası renk körü olduğunda bir kız çocuğu onun kusuru X kromozomunu alacak, fakat annesinden de sağlam bir X kromozomsalmış olacaktır. Biri sağlam biri kusurlu X kromozomlarının sonucu normal görüş, fakat taşıyıcılıktır. Oğullarının yarısı kusurlu X kromozomunu, yarısı sağlam olacak,böylece yarısı renk körü yarısı normal olacaktır. Birkaç istisna dışında renk körlüğü kalıtımının mekanizması budur.Renk körlüğünün görülüş oranı ırklara göre değişir. Avrupalılarda çok sık görülmesine karşılık, örneğin Eskimo ve Avustralya yerlilerinde enderdir. Yine doğal seçimin işe karışarak, daha ilkel toplumlarda renk körlerinin yaşamasını güçleştirdiği varsayılır.Avrupa’da erkeklerin %7 ‘si ve kadınların %0,5 ‘i ya renk körü ya da renk görüşleri zayıf olan kişilerdir. Bir bütün olarak renk körlüğünün daha az olduğu toplumlarda,kadınlardaki renk körlüğü oranı erkeklerinkinin çok ufak bir kesridir.Bütün bunlara ek olarak da, hem hemofili hem de renk körlüğünü Y ‘ye değil de Kromozomuna bağlı oluşan bir tesadüf sonucu olmadığını söyleyebiliriz. Bu ikisi gibi cinsiyete bağlı hemen bütün özelikler X kromozomuna bağlıdır. Sebep açıktır:X Kromozomu geniştir ve genler için yer boldur. Erkeklere özgü Y kromozomu ise daha küçüktür. Erkeklik dışında Y kromozomuna bağlı tel özellik vardır, bu da tüylü kulak uçlarıdır. Genlerin karmaşık dünyasının bir kromozom üzerinde böylesine konularda belirlenmiş olması tuhaf görülebilir.
- TAT ALMA, TAT ALAMAMA
1931 ‘den bu yana genetik ilminin ilgisini çeken bir kimyasal bileşimler grubu vardır;bunlarda; bazı kimseler bir tat bulmakta, bazıları ise hiçbir tat alamamaktadır. Bu bileşimler phenylt hiocarbamine vephenylthioure gibi maddeler kapsarlar. P.T.C. gibi önemsiz bir kimyasal maddede tat bulma garip bir karakteristik, fakat her şeyden önce kalıtımla geçen bir vasıftır. Anne ve baba tat alamayan olmasında çocuk da tat almayan olacaktır. Ana ve babanın birinin tat alamayan olduğu durumda çocuğun tat alan olması daha yakın bir ihtimaldir. Babalık davalarında pratik bir önem taşıyan durum, mavi göz, kahverengi göz konusu değildir. Mavi göz de, tat almama da çekinik karakterlerdir. İkisi de kalıtımla geçen bir gen çiftine bağlıdır, fakat her ikisinde de durum başka genlerin etkisiyle karmaşıklaşabilir.Avrupalı ve Kuzey Amerikalıların %70 kadarı P.T.C ‘yi tadabilir. Araplar %63 ve Avustralya yerlileri %51 ‘le bu konuda daha az yetenekli ise de; Çinliler %90 ‘danfazla, zenciler %95 ve Amerikalı Kızılderililer %98 ‘le, çok daha fazla yeteneklidir.İnsanlar konusundaki bir tartışma daima söz edilmesi gereken hayvanlar arasında daprimatlar tat alır görünmektedir. Bulgular kesin değildir. Fakat İngiliz hayvanat bahçesindeki yirmi sekiz maymundan yirmisi yüzlerini buruşturmak gibi yollarla P.T.C ‘nin acı, nahoş tadın aldıklarını göstermişlerdir. Bu yetenek acaba neden vardır ve neden tür ve ırklar arasındaki fark görülmektedir? Tiroit bezlerinin hastalığı veya guatr ile tat alma arasındaki bağ olmasıdır. Bu hastalığın görüldüğü kimselerin tat almama ihtimali daha yüksektir.Bu hastalıkla tat alma arasındaki bağ, hemofili hikayesindeki gibi zorlayıcı değildir,fakat her iki durum da genetik araştırmaları açısından çok değerli materyallerdir. Herikisi de izlenebilmekte, hiçbirinin etkisi diğer genler tarafından anlaşılmaz hale getirilmemekte ve her ikisi de açıkça kalıtımla geçmektedir. Bunlar ve Habsburgdu dağı, renk körlüğü gibi diğer karakteristiklerin tümü de, genetik, ilminin genel bilgisine katkıda bulunmuştur. Bunların her biri genetikçilerin dört elle sarılması gereken kırıntılardır.Her bir yeni hayatın yaratılmasında akmaya başlayan kalıtım nehri, ayrıntılı bir inceleme için çok büyük, çok bulanıktır ve ancak zaman zaman elegeçen kırıntılar incelenebilir.
- SAÇ DÖKÜLMESİ
Zamanla ilerleyen saç dökülmesi kellikle sonuçlanır. Yıllar geçtikçe insan yaşlanır;yaşlanmaya koşut olarak saçlar da zayıflar ve seyrekleşir. Dökülme büyük olasılıkla saçlı deriye gelen kan akımının ve besleyici maddelerin azalmasına bağlıdır. Saçların dökülmesinin tipik bir ilerleyişi vardır. Şakaklardan başlar, ardından tepeye ayrılır,bazen alın üstünde bir tutam saç kalacak biçimde sürer ve sonunda yalnızca ensenin üstünde yarım taç gibi bir kulaktan öbürüne uzanan saç kalır. Yaşın ilerlemesiyle ortaya çıkan ve fizyolojik bir olgu kabul edilen saç dökülmesi, yapısal ve kalıtsal olduğu söylenebilir. Çoğunlukla erkeklerde görülür. Fakat hemofili veya renkkörlüğü gibi cinsiyet genine bağlı değildir. Erkeklerde kadınlardan çok görülmesi,cinsiyete bağlı olduğunu belirtmez. Saçı dökülmüş bir erkek bu karakteristiği oğullarının yarısı kadarına geçirecektir. Fakat konu istisnalarla doludur. Ayrıca saç dökülmesinin başlıca iki farklı tipi olduğu sanılmaktadır. Bunlardan birinde saçlar otuz yaştan önce seyrekleşmeye başlamaktadır. Öbüründe ise saçlar daha geç dökülmektedir.Başlangıçtaki, saçı dökük-dökük değil ayrımındaki basitlik saç dökülmesini başlama yaşı çekiniklik karakteri erkek hormonlarıyla ilişkisi yaşlılıkla bağlantısı ve kalıtımla geçişinden birden fazla genin rol oynamasıyla karışmaktadır. Basitlik, yerini bir karışıklığa bırakır ve bu sebepten çocuğun saçları konusunda tahminler yürütmekten kaçınır. Bununla birlikte erken başlayıp ilerleyen saç dökülmesi baskın bir genin işe karıştığı düşüncesini uyandırmaktadır. Sadece erkeklerde baskın olduğundan,erkenden saçlarını kaybeden kimsenin oğullarının yarısından aynı hal görünecek,fakat kızlar için bu durum söz konusu olmayacaktır. Gelecek kuşaklarda ise bu kız ve oğulların yarısı, kendi oğullarının yarısının saçlarının erken dökülmesine neden olacaktır.