Yılmaz Erdogan
YILMAZ ERDOĞAN hayatı ve şiirleri
1968 yılında Hakkaride doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankarada tamamladı. Üniversite eğitimi için geldiği İstanbulda tiyatro ile tanıştı ve o günden bu yana yazılarıyla, oyunlarıyla, oyunculuğuyla güldürüyor ve ağlatıyor.
YAĞMUR
Yer ile yeksan, ıslak saçlı, kem gözlü Kavim göçlerinden bu yana ağlayan Ve durmadan cep kanyağı yakıcılığında Ezgiler çalan, çaldırtan, yakalatan Adı bende gizli bir kadındı İstanbul. Şehre bir yağmur yağdı ben ağladım. Sevilirken ayrılmak mı kaldı Bizans'tan Yalan dolan yoktu gözlerde yalnızca ses Verilmiş sözler birdi edilen yeminler sıfır Eşyalar alındı fotoğraflar söküldü yerlerinden Bir aşkın izlerini yok edecek Başka bir aşk sipariş edildi yeniden Bir şehre yağmur yağdı ben ağladım Kim daha çok yalan söndürdü çay bardaklarında Ve buğularda yitirilen kimin adıydı Bir aşktan diğerine kaç saatte gidiliyordu Soyulur muydu kabuğu hayatın Yoksa tüm vitamini kabuğunda mıydı Yağmur şehre bir yağdı ben ağladım Ben giderken en çok seni götürdüm Aklımın nakliyesiydi asıl yoran taşıyıcılar Yardan düşmüştüm yaralarım yârdan armağandı Kutsal kitabım da ziyan edilmiş sevgililer atlası Bense sevmeyi beceremedim Belki de sevilmeyi Benim sevmeye engel evcil acılarım vardı Ben yağmur ağladım bir şehre yağdı Ben şehre ağladım bir yağmur yağdı Ben bir ağladım şehre yağmur yağdı Ben yağmur ağladım
YAŞAYABİLME İHTİMALİ
Sanem'e soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam... Ben seninle bir gün Veyselkarani'de haşlama yeme ihtimalini sevdim. İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında (Ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman) özlemeye başladım herkesi... Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra... Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı... Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı... Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda, solculuk oynamaya başladık... Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla... Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu pütürlü duvarlara ve Türk Dil Kurumu'na inat bir Türkçeyle... Ağbilerimizden öğrendik, Ş harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi... Ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu. Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri... Oysa Ankara'da hiç sevişmedim ben. Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim... (Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak...) Ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu... Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri... Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim... Ve hiçbir mahkeme tutanağında geçmedi adım... Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece... Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde ama sen yoktun... Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde... Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu... Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesine gelebilme ihtimalini seviyordum... Ben senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum. Yaz sıcağı toprağa çekiyordu tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini... Sonra otobüs oluyordum kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü... Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum Muş ovasının yalancı maviliğini... Otobüs oluyordum bir süre... Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum yanağım otobüs camının garantisinde... Otobüs oluyordum... Bir ülkeden bir iç ülkeye... Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum... Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin... Korkuyordum... Sonra iniyordum otobüsten... Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun, ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk, ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum... Çünkü sonunda annem oluyordum babam kokuyordum sonunda... Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan... Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam... Ben seninle birgün Van'daki bir kahvaltı salonunda... Ben seninle (sadece bilmek zorunda kalanların bildiği) bir yol üstü lokantasında... Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında... Ben seninle herhangi bir insan elinin terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim... Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim...
SANA KALAN SAZ
sana yaralarımdan çiçekler ilk yardım geceler biraz da ve yangında kurtarılması imkansız acılar bırakıyorum... seni özümün gizinde saklıyorum... bütün aşklarımın izlerini sayıklayarak ve aldatarak tüm sevdiklerimi sana cinayetimin ipuçlarını bırakıyorum... vasiyeti olmayan ölüler ülkesinden (türkülerin sırtındaki muamma!) yazık bir nakarat bırakıyorum sana "ben sana gülüm demem gülün ömrü az olur" öç biter biter şarkı yaz olur...
TARİHÇE
önce hain bir uykunun sevimsiz sabahı gibi sıradan mahmur aynı sabahın ilk sıcak çayı gibi ferah bir karşılaşma... - Merhaba! sonra güzel ve en sıcak gülüşmelerin ev sahibi bir yüz... - Görüşürüz! derken sanki elin elimde kem gözlere keder dünya güzeli sohbetler - Ara beni! ardından derimizin altına sızan hani katiyen rakı içme mecburiyeti çağrıştıran bir korku ki - Eyvah! ve şimdi kalbimi karanlıklarda hançerleyen aklımı başımdan eyleyen çok uzun yollarda hiç uykulu otobüs saatleri gibi acıtan kanatan yani korktuğumuz yani başımıza gelen büyüdükçe büyüleyen aşk... - Seni seviyorum! şimdi sen kalbimin közünde kıvılcım kıvamında ağrıyan...
SEBEBİM DERLER YA..
ölümüm senden olur bilinsin ne uçsuz bir kan akışı ne buğusu kadehte rakının ela ve sonsuz bir teneşir uykusu gözlerinin ağlamaklı bebeğine... acemi zamanlar silinsin ölümüm senden olur bilinsin sen istesen aslında bütün kafiyeleri eskitirsin aklında kalmayacak aklım başka kollar başka sarılmalar ve her defasında alsancak platonik rutubet kokacak aklına bir fikir gelecek bir çift iri memenin kuşkusuna fidye vereceksin bütün iklimlerin feri silinsin ölümüm senden olur bilinsin gözlerin bir içim çaydı bizansta gözlerin ela teneşir uykularıma kapanan kırık pencere...
ALKOL İKİNDİSİ
biz ne zaman içsek köfte geç gelir ve oturur muhabbetin terkisine çıplak bir efkar sözcüğü biz ne zaman içsek sabah akar meycinin cebine günde kaç kez öpüşür ki akrep ile yelkovan biz ne zaman içsek iç değilizdir aslında dışımızda bronz bir akşam sözcüğü çırıl bir efkar sözcüğü eften püften bir kar beklentisi delikanlı kıvamında sevda değilse de tabansız sevişmelerdeki el değmemiş pişmanlık biz ne zaman içsek iç değilizdir aslında bu alkol ikindisi şiirde şimdi burada açılsaydın adımın baş harfi gibi belki ağustos kokardı ağustos sen... fikrini ipotek etmiş kiralık sevdalara senine boyuna sevilmiş sen yalanı sevdasından büyük sen bir bil sen! biz ne zaman içsek seni düşünüyoruz genzimizde göl göz yaşları... biz ne zaman içsek iç değilizdir aslında... dışımızda bronz bir İzmir akşamı!
BİLDİĞİN GİBİ DEĞİL
bizi bilirsin avuçla su içmeyi marifet biliriz yenilmeyi bir de kendi sahamızda... bizi bilirsin saçımızı ıslatmayı fiyaka biliriz. limonla! tespih yaparız, düş kırıklarından... bizi bilirsin ağzının içinde oturmak isteriz. ve rutubetin en yakıştığı yer biliriz ağzını... bizi bilirsin yaşamak biliriz vademiz dolduğunda avuçlarına gömülmeyi...
KAYIP KENTİN YAKIŞIKLISI
dokuzunda kayboldu mayıs'ın cesedi bulundu onikisinde... kaçırıldığında da kaybolduğunda da ve cesetken de yakışıklıydı... amcamdı...
NİSANLIK ÖLDÜ MÜ
koşulacak bir sancı gibi inceden genceden aktım geceye ihtiyar sokaklarda acemi lambalar ve ıslak bir ışık ilkbahara ilkbaharın günahı olmaz nasılsa... çocuklar bulmuş, getirdiler kanadı kırılmış bir nisan yağmurunu nisan'ın kuyruğuna teneke bağlar mı insan çocuk olmasa?... aşk şakasını kaldırır mı insan çocuk olmasa... bir celsede boşanıyor mağrur bir yağmur nisanların yenildiği yalancı baharlarda... ilkbaharın günahı olmaz nasılsa!
MEVSİMLİK ŞARKI
kanıyor takvimden gamsız ağaçsız evlatlarını döver gibi seven bir sonbahar güvertesinde adresini şaşırmış kayıp bir nisan yağmuru ömrümün sol anahtarısın hazan makamının kapısını açan ne nisanlar gördüm ben ilkbahardan kaçarken bir mızraba tutunan ne bileyim ben böyle bir seydir herhalde bir mevsimin şarkısı ya da mevsimlik bir vivaldi sancısı... ekim kasım işlerini öğrenirken bir keman ağlamayı bir de şarkıya söz yürür yeşile aldanır suyun kudreti ve sen hiçbir zaman sol anahtarı yaptıracak bir çilingir bulamazsın bana kalırsa sen ömrünün sonuna kadar o şarkının kapısında kalacaksın!