TBMM'nin Yapisi ve Komunist Orgutler
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NİN YAPISI VE KÖMÜNİST ÖRGÜTLERMeclis, Türk Ulusu'nun ulusal bağımsızlık ve ulusal egemenliğinin savaşında, ulusal birliğin sağlanması için, ulusun iradesinin oluştuğu meşru bir kuruluş olarak açılmış, fakat büyük sorunlar ve olağanüstü tehlikelerle karşılaşmıştı. Bir yandan iç ayaklanmalar yaygınlaşırken diğer yandan Yunan saldırısı da genişliyordu. İç güvenlik, düzenli ordu kurulamaması, para kaynaklarının yokluğu yüzünden sınırlı bütçeler büyük sorun idi. Bütün bunların yanı sıra, M. Kemal'in düşündüğü birlik sağlanamamaktaydı. Meclis içinde çeşitli insanlar ve düşünceler vardı. Meclis Padişah-Halife'nin dayandığı temelleri yıkan bir ihtilal meclisi görevini açıkça ortaya koyamıyordu. Atatürk bunu şu şekilde açıklıyor: "Gerçek, Osmanlı Devleti'nin ve Halifeliğin yıkıldığını ve ortadan kalktığını düşünerek yeni temellere dayalı, yeni bir devlet kurmaktı. Ama durumu olduğu gibi göylemek, amacın büsbütün kaybedilmesine yol açabilirdi. Çünkü genel eğilim ve düşünüş, daha Padişah ve Halife'nin özürlü sayılacak bir durumda bulunduğu yolunda idi. Dahası Mecliste, ilkin Halifelik ve Padişahlık makamı ile bağlantı ve İstanbul Hükümeti ile uzlaşma aramak akımı başgöstermişti."
Meclisin çalışmaya başlaması ve özellikle M. Kemal'in kuvvetler birliği sistemi ile birlikte olağanüstü yetkilere sahip olan bu Meclis'in "kuruculuk" yapısı ve Hiyanet-i Vataniye Kanunu gibi yasalarla ihtilalci karakterini ortaya koymaya başlaması, Meclis üyelerinin birbirlerini daha iyi tanımaları ve değişik düşüncelerin belirmesi ile bütünlük ve birlik konusunda ayrılıklar başladı. Ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü tehlike göz önüne alınarak, Meclisin ulusal birliğinin parçalanmasını engellemek amacıyla, ülkenin düşman işgalinden kurtuluşuna kadar, milletvekillerinin siyasal parti ve zümre hareketlerine girmelerini yasaklayan hükümler getirilmeye çalışıldı. Fakat bütün bunlara rağmen bir kaç ay geçtikten sonra Meclis'te gruplaşmalar oluşmaya başladı. Bu durum, M. Kemal'in, ülkenin kurtuluşu için almak istediği kararları enelleyici bir tutuma girdi.
Meclis'te meslek dağılımına göre; memur, subay, avukat, doktor, mühendis, gazeteci, tüccar, çiftçi, sarıklı hoca, aşiret reisi ve ağa, şeyh, gibi çeşitli insanlar bulunuyordu. Ulusal bağımsızlık davasında düşman işgaline karşı oluşan birlik, iç sorunlar ortaya çıktıkça sarsılıyordu. Bu sebeple, "Selamet-i Umumiye Komitesi", "Tesanut Grubu", "Halk Zümresi", "İstiklal Grubu", "Istlaha Grubu" gibi dağınık gruplar görülmekte beraber önemli değildi. "Meclis üyeleri gerçekte, üç, dört akıma ayrılmıştı; en sağ kanatta çoğunluğu hocalardan oluşan islamcı muhafazakar (tutucular), sağ kanatta, daha ılımlı muhafazakarlar; sol,kanatta ise çok sayıda demokratlar yani Mustafa Kemal'in fikirlerini bütün sonuçlarıyla kabul ederek İstanbul kurumlarını kaldırıp, halkın egemenliğine dayanan yeni bir Türk Devleti'nin pürüzsüz kuruluşuna taraftar olanlar ve nihayet bunların daha solunda komünist etkilerine az çok kapılanlar vardı.
...Fikirleri işlenmiş ve açıklık kazanmış ancak iki akım vardır Birisi.Mustafa Kemal'in devrimci halkçılığı; diğeri hocaların tutucu dinciliği." Burada kullanılan sol "ilerici", sağ "tutucu" anlamındadır. Gerçekte ise M. Kemal'in yanında olan radikal (köklü değişiklik isteyenler) kanat ve karşısındaki tutucu kanadı oluşturan iki ana grup vardı. Halkçılık programının kabulünden sonra, tutucu kanat İstanbul'un da yardımıyla örgütlü bir direnişe başladı. Yönetimin cumhuriyete doğru gittiği endişesiyle, M.Kemal'e karşı çıkıyorlardı. Bu karşı çıkışlar karşısında M. Kemal Paşa 10 Mayıs 1920'de "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu"nu kurdu. Bu grup "1. Grup" olarak da isimlendiriliyordu. Bunun karşısında olan tutucular da ulusal egemenliğe aykırı, otokrat şef usulü bir idareye karşı olduklarını ve Meclisin hak ve egemenliğini korumak gerekçesiyle "II. Grubu" oluşturdular. Ulusal bağımsızlık amacına çalıştıklarını ileri sürüyorlarsa da , onların bundan anladıkları, "Padişah egemenliği" idi. II. Grup çeşitli düşüncede insanlardan oluşuyordu. 70-80 arasında değişen üyesi bulunan bu grup, tutucu, gerici, muhalefeti kendine görev yapanlar, Enverr Paşa özlemcileri, hükümette yer alamayanlar, M. Kemal'e kişisel düşmanlığı olanlardan oluşuyordu. M. Kemal'e ve O'nun cumhuriyet'e yani ulusal egemenlige ve inkılabın eseri olarak kurulan çağdaş bir devlete doğru gitmek konusundaki düşüncelerini bilen bu tutucu ve muhalif kanat direnişini her fırsatta gösterdi. İstiklal Mahkemeleri, Başkomutanlık, v.b. bir çok olayda oluşan tepkiler zaman zaman tehlikeli boyutlara ulaştı. Fakat Meclisin kurucusu olan Atatürk, bütün bunlara rağmen "Meclis" inancından vaz geçmedi.
KOMÜNİST ÖRGÜTLER
B.M.M. açılmasından sonra, karşılaşılan önemli sorunlardan birisi de Komünist çalışmalar oldu. İç güvenlik, düzenli ordu kurulması, düşman saldırıları, İstanbul Hükümetleri'nin saldırı ve yıkıcı çalışmalarına karşı ulusal birliğin sağlanabilmesi için yapılan mücadelede komünist çalışmalar da yıkıcı etki yapmaktaydı. Bu örgütlenme çalışmaları, Sovyet Devrimi'den sonra, onu örnek alanların gizli çalışmalarıyla yapılıyordu. M. Kemal Paşa daha Meclis açılır açılmaz, Türk-Sovyet dostluğunun önemi üzerinde durmuş ve Lenin'e bir mektup yazılarak dostluk ilişkilerinin önemi belirtilmişti Dış yardım konusunda en yakın ve gerçekçi ilişki o sırada ancak Sovyetlerle sağlanabilirdi. M. Kemal Paşa'nın, "...her ihtimale karşı ulusal varlığın korunmasi için dıştan yardım ve kuvvet aramak gerekirse, kendi ilkelerimize bağlı kalmak şartıyla her kaynaktan yararlanmayı kabul ederiz." sözleriyle ortaya koyduğu, bağımsızlıktan ödün verilmeden başlayan Türk-Sovyet yakınlaşması, Anadolu'da gizli komünist örgütlerin kurulmasına da yol açtı. Bu örgütler şunlardı:
1- Yeşilordu Cemiyeti (Hem gizli, hem açık)
2- Türkiye Komünist Partisi (Gizli)
3- Türkiye Halk İştirakiyun Partisi (Açık)
4- Türkiye Komünist Partisi (Mustafa Kemal Paşa Türkiye'deki komünist çalışmaları ortaya çıkartabilmek için kurdurmuştu. Açık ve resmi)
Bu örgütlerden ilk üçü Sovyetler Birliği ile ilişki kurarak yıkıcı ve bölücü çalışmalara başladılar. Ethem ve kardeşlerinin de bu örgütle birleşmesiyle durum daha da tehlikeli boyutlara ulaştı. Bu örgütlenmeleri yürütmek için Kars yoluyla Erzurum'a gelen Mustafa Suphi, Ankara'ya gitmek istediyse de alınan önlemlerle geri dönmeye razı edildi ve Trabzon'a gitti. Trabzon'dan bindiği tekne 28-29 Ocak 1921,gecesi yolda Yahya Kahya'nın adamlarınca durduruldu ve M. Suphi ile 17 arkadaşı öldürüldü. Sovyetler durumu protesto ettiyse de ısrar etmediler. Türkiye olaydan bilgisi olmadığını ve kara suları dışında olduğunu bildirdi.
Türkiye'de komünist çalışmalarına 19. y.y.ın ikinci yarısında rastlanmamaktadır. Bu dönemde daha çok Tanzimat Dönemi'nin getirdiği düşünce akımlarının etkisi görüldü. İmparatorluk yarı sömürge durumunda ve Orta Çağ kalıntısı bir ekonomik yapıya sahipti. Yenileşme çabaları ise doğrudan doğruya, siyasi yapıda mutlakiyetçi yönetimden, meşrutiyete geçme amacını gütmektedir. Komünizme yönelik sol düşünce ilk kez İkinci Meşrutiyet'ten (1908) sonra görüldü. İkinci Meşrutiyet, geniş bir biçimde, Türkçülük, İslamcılık, Batıcılık akımlarının yarıştığı bir ortam oldu ve sosyalist düşünce etkisiz kaldı. 1908 doneminde bazı işçi hareketleri olduysa da, bu hareket ücret ve iş saatleriyle ilgiliydi. Grevler ise "Tatil-i Eşgal Kanunu-u Muvakkatı" ile önlenmişti. Bu dönemde ilk sosyalist düşünce akımları ve kuruluşları, "iştirakçi" adıyla tanınan Hüseyin Hilmi'nin çalışmaları ile başladı. 26 Şubat 1910'da İştirak adlı bir Gazete yayınlandı, 13 Haziran'da kapandı. Bu arada bazı gazete sahipleri "Osmanlı Sosyalist Fırkası"nı kurdular. Meşrutiyet döneminde sosyalist hareket yayın alanında gürüldü. 1913 yılında Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesinden sonra ittihat ve Terakki diktatörlüğünü kurdu ve susturulan muhalefet ile sosyalist harekette önlendi.
1918'de Mondros Ateşkekesi'nden sonra Hüseyin Hilmi İstanbul'a gelerek Şubat 1919'da "Türkiye Sosyalist Fırkasını" kurdu. Hüseyin Hilmi seçimlere katıldıysa da başarılı olamadı ve diktatörce davranışlara yöneldi. 1922'de bilinmeyen bir şekilde öldürüldü.
1920'ne Anadolu'da başlayan komünist çalışmalar ve özellikle 1921 yılına doğru Anadolu'da iktidarı ele geçirmeyi deneyebilecek kadar güçlenmiş bir askeri kuruluş haline gelen Yeşil Ordu'nun, tehlikeli bir durum alması ve Kurtulus Savaşı içinde olan Türkiye'de bölücü bir kuruluş olması sebebiyle tasfiye edilmesi yoluna gidildi.
İstanbul Fetvası'nın, Padişah'ın askerliği affettiği ve Ankara'daki hükümetin meşru olmadığı yolundaki propogandalar çok olumsuz etki yapmıştı. Bir çok yerde ayaklanmalar çıkmıştı. Bu yüzden birlik saglanamıyor, askerler ulusal bilince sahip olmadıkları için bu propogandalara kolayca kanıyorlar, firar ediyorlardı. M. Kemal askeri örgütlenmeye gidilmesini istedi. M. Kemal'in yakın arkadaşları bu yolda çalışmaya başladılar. Yeşil Ordu Cemiyeti, bu çalışmaların sonucu gizli olarak kuruldu. Cemiyetin kurucuları Şeyh Servet, Muhittin Baha, Hüsrev Sami, Eyüp Sabri, Dr. Mustafa, Hakkı Behiç, Adnan ve Hamdi Beylerdi. Cemiyeti kuranlar, M. Kemal'in izni ve bilgisi altında çalışıldığını yayarak kolayca taraftar buldular. Çalışmalar, bir süre sonra ulusal askeri birlikler kurmak gibi dar bir çerçeveden çıktı ve genel bir amaca yöneldi. M. Kemal'e karşı olanların denetimine geçti. Şeyh Servet ve bazı kişiler Bolşevik propogandasına kaydılar. Ethem'in ağabeyi Reşit Bey de bu propagandalara katıldı. Cemiyetin nizamnamesindeki esaslar da açık bir biçimde komünist bir kuruluş olduğunu gösteriyordu. Çerkez Ethem kuvvetlerinin birleşmesiyle büyük bir silahlı kuvvete de sahip olan Cemiyet, kısa bir süre sonra Ulusal Mücadele için tehlike olmaya başladı. Cemiyetin gizli amacı olan İslam Sosyalizmi çalışmaları da anlaşıldı. Dağıttığı bildiriler ve tüzügü, o günün olağanüstü tehlikeleri içinde bulunan Türkiye'de ırkçı ve bölücü oldu. Cemiyet kendi gizli propogandasını yapmakla kalmıyor, M. Kemal'in aleyhine barış düşmanı, savaşın sorumlusu olduğunu söylüyorlardı. Ethem kuvvetlerinin Yeşil Ordu'ya katılmasıyla aleyhte propaganda hızlandı. Halk arasında ve Mecliste Ethem kuvvetlerinin düzenli orduya tercih edilmesi için eleştiri ve subayların işe yaramadığı propagandalay: yaygınlaştı. Cemiyetin çalışmaları Ankara dışında, Anadolu'nun birçok bölgesinde yayıldı. Eskişehir'de "Yeni Dünya" adlı bir gazete Cemiyet'in yayın organı görevini üstlendi. Cemiyet'in çalışmaları denetim dışına çıktığı ve tehlikeli boyutlara ulaştığı için M. Kemal Cemiyet'in kapatılmasını istedi, fakat çalışmalar kesilmedi. M. Kemal'in ısrarı üzerine arkadaşları, Cemiyet'in çalışmalarının durmasına karar verip, ayrıldılar. Ancak Cemiyet'in Genel Sekreteri Nazım, Karahisar Mebusu Şükrü, Baytar Salih, Affan, Ziynetullah, Şeyh Servet ve bazıları çalışmaları gizli yürütmeye devam ettiler. Yeşil Ordu ve Halk İştirakiyun (Komünist Partisi) Baytar Salih ve Nazım Beyler'in gizli çalışmaları ile birleşme çabalarına başladılar ve Üçüncü Enternasyonal'e kabul edildiler. Programlarını birleştirip birlikte çalışmaya karar verdiler. Ethem'de bu birleşmeden sonra Cemiyet'e katıldı. Gizli Komünist Partisi ile Yeşil Ordu'nun birleşmesiyle adlarını Halk İştirakiyun olarak belirlediler. Birleşme protokolünün altında her iki organında mühürü vardı. Bu arada Dr. Nazım Bey Meclis tarafından İçişleri Bakanı seçildiyse de M. Kemal'in enerjik tutumu ile görevinden çekildi.
Sovyetler Birliği ile dostluk ve yardımlaşma çabalarında bulunan T.B.M.M. Hükümeti, Sovyetler tarafından desteklenen bu yıkıcı çalışmalara bir süre göz yumdu. Cemiyetin askeri gücünü oluşturan Çerkez Ethem kuvvetlerinin 10 Ocak 1921'de İnönü'de yok edilmesi ve 16 Mart 1921'de Sovyetler Birliği ile Moskova Antlaşması'nın imzalanmasından sonra, Ankara İstiklal Mahkemesi aracılığı ile bu kuruluşların tasfiyesine gidildi. Yeşil Ordu Cemiyeti'nin yıkıcı çalışmaları, Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa'nın 19 Ocak 1921'de, durumu Genelkurmay'a bildirmesiyle öğrenildi. Bakanlar Kurulu konuyu görüştü. Fakat Türk-Sovyet görüşmelerini etkilememesi için acele edilmedi. Moskova Antlaşması'nın imzalanmasından sonra 21 Mart 1921'de gizli oturum yapan T.B. M.M.'nde, Nazım, Mehmet Şükrü, Şeyh Servet Beyler'in dokunulmazlıkları kaldırıldı. İstiklal Mahkemesi'nce yargılanarak 9 Mayıs 1921'de Nazım Beyle ileri gelen bazı kişiler hapse mahkum edildiler. Nazım Bey bir süre sonra af edildi. Sovyetlerle iyi ilişkiler kurulduğu bir sırada Yeşil Ordu; Halk İştirakiyun, Gizli Komünist Partisi gibi komünist örgütler ılımlı bir biçimde tasfiye edildiler. Böylece yıkıcı bir sorun daha çözülmüş oldu.